AHMED HİLMÎ EFENDİ'NİN
MUHİBBU'L-FIKH Lİ HIFZI'DDÎN
ADLI ESERİNİN TANITIMI
Ahmed
Hilmi Ankaravî 1325-1330 (1909-1914) yılları arasında beş sene Kastamonu ili
Devrakânî beldesinde ömrünün son kısımlarını geçirmiştir. Sizlere sunacak
olduğum “Muhibbu’l-fıkh li hıfzı’d-dîn” adlı eserini burada kaleme almış ve
tamamlayarak 1328/1912 senesinde İstanbul’da Bâb ı meşihat tedkîki muellefât
meclisinin tasdikiyle Mahmud bey matbaasında basılmıştır.
Böyle bir kitap
niçin yazılmıştır?
Kitabın yazılış amacını müellif, kitabın üçüncü sayfasında yer alan,
ifâde-i mahsûsa ve sebebi cem başlığı altında bir anekdotla şöyle anlatır.
Kastamonu’ya memur olarak görevlendirildiğimde sözü ve davranışları
şeriata uygun, sünnete bağlı salihlerden ârifi billâh bir zâta misafir oldum. O
zâtın ihvanlarından birisi hasta olmuş ve bir doktor getirmişlerdi. Doktor
hastayı muayene ettikten sonra başından geçen bir olayı anlatır.
Bir hasta için köye gittiğimde köy ahalisinden bir ihtiyara,
Peygamberinizin, kitabınızın ismi nedir? diye sormuş. Adam cevap verememiş.
Sonra doktor adama demiş ki, Benim peygamberimin ismi İsa, kitabımın ismi de
İncil’dir. Ben bunları biliyorum da ya sen niye bilmiyorsun?
Bu durum Ahmed Hilmi Efendinin gayretine dokunur. Artık vaazlarında
insanlara ve hoca efendilere bundan bahseder, ancak bu yeterli gelmez, teskin
bulamaz…
Aradan zaman geçer, Kastamonu/Devrekânî ilçesinde Tevfikiyye
medresesinde tedris ile meşgul olmaya başlar. Bir gün kudûrî müzakere ederken
ihlaslı, samimi birisi gelerek kendisinden, fetva ve fıkıh kitaplarından iman,
elfâz-ı küfür, nikah, talak… gibi konularda birkaç mesele yazmasını ister.
Bunun üzerine zaten içten içe böyle bir düşüncesi vardı ve insanların
yaşantısından da gayet muztarip idi.
Böylece teklifi kabul eder ve bu risaleyi yazmaya başlar.
Müellif kitabını yazmaya başlamadan önce içinde bulunduğu toplumu
halkıyla, talebesiyle ve hocalarıyla eserine yansıtır. Zira yazacak olduğu eser
tamamen toplumun yaşantısından kaynaklanan eksiklikler, yanlışlıklar ve yapılması
gerekenler üzerine kurgulanmış ve böylece tamamlanmıştır.
Toplumun dînî
seviyesi ve âlimlerin durumu
Müellif halkın durumunu şu cümleleriyle net bir şekilde ortaya
koymaktadır. Zira bu zamanda cehalet gâlip ve şâyi’ oldu. Din ilimleri garîb
oldu. Cehalet ise küfre gözün karasıyla beyazı kadar yakın oldu.
Dünya malı ve makamı peşine düşüp toplamaya başladılar. Dünyanın
geçici ziynetlerine aldanarak ahiretlerini unuttular. Yalancılık, gıybet,
nemime, sövgü halk arasında alenen yapılmaya başlandı. Öyle ki ağızlarından
çıkan kelimelerin imanlarını yok edeceklerinden, amellerini iptal
edeceklerinden bi haberlerdi.
Çok adamlar var ki, hata mı değil mi, farkına varmaz ve bilmez.
Sohbet esnasında adet edinmiş söyler, halbuki o kelam ya haddi kazfi
gerektirir, yahut tağriri şer’i, veya küfür olmak hasebiyle nikahı gider de
evladı veledi zina olur ve bütün bunların farkında bile olmaz. Zannolunur ki, uykudadırlar.
Gıybet, yalan, iftira nemime… bunlar âded halini almış. Ahlak ve
lisanlarını düzeltmek için bir gayretleri kalmamış, talebeler ve halk bu
anlayışta sanki birleşmişler ve hubbu’d-dünya, hubbu alâyiş
kalplere yerleşmiş, salahiyetleri Allah’a kalmış.
Ahâlinin fakir olduğunu, köylerin ufak ufak ayrı olduğunu ve
senelik tutulan hocalarla çocukların tam olarak yetişemediğinden cahil
kaldıklarını ve İslamiyet’i tam öğrenemediklerinden serzenişte bulunur.
Müellif ilim adamlarının, imamların ve hatiplerin durumunu da
resmeder ve bir eleştiride bulunur. Şöyle ki;
العلماء ورثة
الأنبياء ulemanın vârisliği, tebliği ahkamı şer’iyyedir,
vazife verilir ve geçim de sağlanırsa çalışmalı, eğer geçim sağlanmasa sessizce
bir kenara mı çekilmeli? Enbiyalar tebliğde bulunurken, وما أسألكم عليه من أجر... düsturuna göre hareket ettiklerini ve her
türlü eza ve çileye katlanıp geri adım atmadıklarını, ulemanın ise dünya
geçimini düşünmekten başka bir şey yapmadıklarını, böylece hâsiru’t-dünya
ve’l-âhireti... olup gittiklerini vurgular. Yine علماء
أمنة الأمة âlimler ümmetin
emanetçileridir. Yani alimler bu ümmetin dinlerini korumaları ve onlara
dinlerini tebliğ etmekle sorumlu kişileridir ve insanlar da onları korumalı ve
gözetmelidirler.
Müellif bir aydın duyarlılığıyla içinde bulunduğu toplumun
problemlerini, hatalarını ve bilgi seviyelerini artırmak için bu kitabı, yani
ilmihali yazmaya başlar. İlmihal demek ilm u halin, yani zamanın ilmi,
içinde yaşanılan zamana ait bilgiler demektir. Zamanın temel sorunlarını
kitabının ekler kısmında yer alan, bidatler kısmında maddeler halinde
anlatmakta ve bunlardan sakınmalarını istemektedir. Bu o toplumun nasıl bir
durumda olduğunu gayet açık bir şekilde ifade etmektedir.
“Ücretle Kuran okumak, namazdan sonra para toplamak için kuran
okumak caiz değildir.” Ücretle kuran okutmak demek, o toplumda gerçek anlamda
kuran okuyan kişi sayısının azlığına, bilgi eksikliğine işaret eder ve bundan
sakınılmasını ister.
“Ölü için yemek vermek, kabirlere mum kandil yakmak, kabir üzerine
bina yapmak” bunlarla cenaze defin,
kabristanlık adetlerinin durumlarının batıl olduğunu vurgulamakta ve halkın yaşantısındaki
yerini göstermektedir.
“Üçten fazla kişiyle cemaatle nafile namaz kılmak, reğaib, beraat,
kadir namazı ve cemaatle tesbih namazı
kılmak, ta’dili erkanı terkederek namaz kılmak, imamdan evvel ruku, secde yapmak,
safları düz tutmamak, teğanni ile kuran okumak, hutbe okunurken salavat, amin
demek…” İbadetlerdeki bidatlere dikkat
çekerek nafile namazların cemaatle kılınmasının caiz olmadığını özellikle
vurgulamaktadır. Üç kişiden fazla sözüyle aslında zamanımıza da işaret etmekte
ve alenileşmesinden endişe etmektedir. Zira nafile namazlar cemaatle kılınmaz.
Bugün camilerde cemaatle bu namazlar kılınıyorsa bu endişenin haklılığını
ortaya koymaktadır. Ta’dili erkana o kadar yer ayırır ki, adım adım bunu izah
eder. Tekbiri nasıl alacağını, rukuya giderken tekbirin nerede
bitireceğini…detaylı bir şekilde anlatır.
“Müsrif olana sadaka vermek, mescid içinde dilenciye para vermek,
oyun ve eğlence için yemek yapmak, kuran hatmi, şöhret için riya için yemek
davet yapmak; kadınların toplanarak cehren zikir ve tevhid etmeleri; mevtanın
birinci, ikinci gibi günlerinde ailesi
tarafından yemek vermek mekruhtur; kabristanda yemek vermek…” Şu zamanda görülüyor ki, bunların haram
olmasında şek şüphe yoktur.
Toplumun yapısını ve bilgi seviyelerini belirttikten sonra bunlara
lazım olan bilgileri, ilmihali (Bugün elimiz altında bulunan, evlerimizin
kütüphanelerinde yer alan ilmihallerin aslında ilk şekli diyebiliriz) yazmaya
başlar. Fıkıh ve fetva kitaplarında yer alan konuları gelişigüzel olarak değil,
tamamen toplumun ihtiyacına ve onların anlayabileceği bir dille yazar. Okuma
yazma bilen herkesin anlayabileceği sadelikte ve özet bilgilerle yazmıştır.
Kitabın içeriği hakkında bilgi
Kitap üç bölümden, 78 sayfadan oluşmaktadır.
Birinci bölüm (mukaddime); 15 sayfadan oluşur. Kitabın niçin
yazıldığı, kitabın içindeki konular, toplumun genel olarak dini yaşantısı, ilim
adamlarının yeterince donanımlı olmaması ve halkı irşatta tembellik etmeleri,
güncel meselelerine fetva ve bazı hususların bilgilendirilmeye çalışılması,
bazı kavramların (kelam, tevbe, ihtikar) açıklanması.
İkinci bölüm; 48 sayfadan oluşur. Toplumun cehalet seviyesi, Ehli
sünnet itikadı, Küfre götüren sözler, otuz iki farz, nikah, boşanma, yemin,
zirai ortaklık, kazf cezası, bazı tanımlamalar (mümin, münafık, şirk, ihsan,
adalet, taharet, nazar, ameli salih) ve bunların ayet ve hadislerle izahı,
Üçüncü bölüm (ekler); 16 sayfadan oluşur. Fasid alış-veriş, Bidat,
kırk hadis ve açıklaması, para ve faiz, Kadınlara ait özel durumlar.
Müellifin
kitabında yer alan konuları şu ana başlıklar altında toplayabiliriz.
1- İman
esasları ve küfre götüren lafızlar;
bunlar kitabın 15%’ini oluşturmaktadır. Ehli sünnet akidesini kısa ve özet
olarak anlattıktan sonra küfre götüren sözleri maddeler halinde sayfalarca
örnekleme yapar. Tecdîd i imân ve nikâh üzerinde sık sık durur. Örneklemelerde
de fetva kitaplarından yararlanır ve örneğin peşinden kitabın ismini zikreder.
-
Şarap içmeğe,
zina etmeğe ya da harami kat’î yemeğe bismillah ile başlarsa kafir olur. Netîcetü’l-fetâvâ
-
Allah beni
noksan eyledi, ben de onun hakını noksan edeyim de namaz kılmayayım dese;
namazın edası da terki de aynıdır dese; namazını kıl da tadını bulasın dense,
O’da sen kılma ki namazın terkinin tadını bulasın dese küfürdür. Yine namazı
hafife almak, namaz karın doyurmaz… v.b. sözler söylese küfür olur.
-
Sebepsiz yere
bir âlime buğzetse küfründen korkulur. Zira âlime buğz şeriata buğz demektir.
Bıyığını kesen fakihe ne çirkin oldun dense küfür olur. Yine fakihe fetva
sorup, cevabıyla dalga geçseler şeriatı hafife aldıkları için kafir olurlar
-
Birisi hocaları
takliden maskaralık olsun diye eline değnek alıp, çocuklara vursa küfür olur. Muhît
-
Bir kimse diğeriyle
çekişip, kızgınlık halinde dinine, imanına, mezhebine sövse, ya da bire kâfir,
Yahudi dese o kişiye tazir-i şedid gerekir. Tecdid-i iman ve nikâh lazımdır.
-
İki kişi
arasında bir şeri mesele ortaya çıksa ve biri ben bunu şeri şerife göre çözdüreceğim
dese; diğeri de ben şer’i bilmem, dese; o kişiye ne lazım gelir? Tecdid-i îman
ve nikâh.
-
Biri kürsüde
vaazda rakının bir katresinden bir şey olmaz, helaldir dese; ne lazım gelir? Tecdid-i
îman ve nikah. Bezzâziyye
2. Fıkıh ve
Güncel Meseleler (İlmihal); bunlar kitabın 50%’ sini oluşturmaktadır. Müellif fıkhı meseleleri ele alırken, öncelikle toplumun
yaşadığı sorunları, hayatın içindeki meseleleri öncelemektedir. Meseleyi ele
alırken önce bir cümle ile hükmünü vererek konuya giriş yapar (haramdır,
mekruhtur, caiz değildir). Eğer tanımı yapılacak kelime varsa tanımlar ve
gerekçesini belirtir, yoksa konu ile ilgili ayet ve hadisleri zikreder. Mezhep
içi farklı görüş varsa bunları belirtir ve fetva olan görüşü belirtir. Konu ile
ilgili örnekleme yapar ve istisna durumu varsa onu da belirtir. Fetva
konularında kaynaklarını belirtir.
Yazı dili
olarak halkın gündelik hayatında kullandığı kavramları yansıtır, sade ve
anlaşılır bir dil, Fıkhî kavramları ise olduğu gibi kullanır. Konuları kısa ve
öz bilgi vererek detayına girmeden anlatır. Örneğin;
-
İnsan ve hayvan
me’kûlatlarında (yiyeceklerinde),
ihtikâr mekruh olur. İhtikâr, kıtlık zamanlarında gıda malzemelerinin
hapsedilmesidir. Bu ise şehirde yaşayanlara zarar vermektedir. İhtikar on şeyde
olur der ve bunları sıralar. Daha sonra konuyla ilgili hadisleri zikreder.
“Muhtekir peygamberleri katledenlerle beraber haşr olunur” İmam Muhammed ve Ebû
Hanife’nin gıdalara tahsis ettiği ihtikarı, Ebû Yusuf kamuya zararlı olan her
şeyi ihtikar kapsamına alarak mekruhtur görüşündedirler. İhtikarın olabilmesi
için 40 gün malın hapsedilmesi ve satışının yapılmaması gerekmektedir. Daha
sonra ilgili hadisleri sıralar.
-
Düğün yemeğine
(velime) katılmak sünnettir. Bir kimse velime’ye davet edilir de katılmazsa günahkâr
olur. Velime yemeğinden bir başkasına ya da dilenciye velime sahibinin izni
olmadan veremez. Velime meclisinde lehv olduğunu bilirse katılmasın.
-
Kıraat
mahallinde, cenaze yanında, harpte, sohbet ortamında yüksek sesle konuşmak
mekruhtur. İmâm-ı Azam kabirde kur’an okumayı kerih görmüştür. İmam Muhammed
ise tecviz eylemiştir ve fetva da buna göredir. Zira kabir üzerine
ayete’l-kürsî, ihlas ve fâtiha okuma hakında âsâr varid olmuştur.
-
Hayvanı enemek,
hımarı kısrak üzerine çekmek, tedavi maksadıyla erkek ve kadına hukne (iğne
yapmak) caizdir.
-
Nerd, satranç
ve erbaa aşere oynamak haramdır. Bu haliyle tüm lehvler de haramdır. Erbaa
aşere Yahudilerin oynadığı bir oyundur. Eğer bunu kumar niyetiyle oynarsa nass
ile haramdır. Yok eğer kumar maksadıyla değil ise o zaman abes olur. Abesle
meşgul olmak ta haramdır. “Efe hasiptüm enne ma halaknaküm..”
-
Raulullah için,
ciharyar ruhi için, Bilal-i Habeşî ruhi için, sahibi makam ruhi için…. Allah
rızası için fatiha demek böyle dua etmek var mıdır?
Allah’u
alem yoktur böyle bir dua. Müezzin veya dua eden kişi cem-i mü’minlerin ruhi
için rızaen lillah fatiha demek caiz değil, insanların çoğu buna alışmışlardır.
Bir takım ervah sayar, sonunda da lillahi’l-fatiha der. Halbuki haramdır. Meşru
değildir. Ya ne demelidir?
Yalnız
Allah rızası için demeli, başkalarını katmamalıdır. Ya da ervahı söyleyip onlar
için fatiha demelidir. (Mecmai’l-fatâvâ)
-
Türbelere nezr
edilen kurban da böyledir. Kurban Allah için olmalıdır. Sevabını murat ettiği
evliyanın ruhuna bağışlayabilir, kurbanın etini de fukaraya tasadduk etmelidir.
Böylece caiz olmuş olur. Eğer maksadı o zatın türbesinde ya da medresesinde
bulunanları yedirmek ise mahalline götürür. Nezr kurbanında usul ve füru’ yani
nafakası üzerine olanlar yiyemezler. Eğer yerlerse ücretini fakirlere verirler,
böylece satın almış olurlar. Kendi ve ailesi o etten para miktarınca yiyebilir.
3. Bazı
kelimelerin tefsiri; bunlar kitabın 15%’ini oluşturmaktadır. Müellif kelimeleri seçerken toplumun bilinçlenmesine katkı
sağlayacak kelimeleri ayet ve hadislerden seçerek, tefsirini fıkıh ve
tasavvufla birleştirerek izah eder. Bu kelimeler genel olarak mü’min, münafık,
şirk, ihsan, adalet, taharet, nazar, tevbe, ameli salih… örneğin;
-
Taharet; biri
cismin diğeri de nefsindir. Yani dünya kiri ve necasetiyle, ahlak-ı mezmûmeden
temizlenmektir. Tayyib ve tahir olan insan; cahillerin ve fasıkların meclisinde
bulunmayan, çirkin ve kötü işlerden uzak duran, güzel işlerle, ilim ve iman ile
kendini süsleyendir.
-
İnsan yalnız
zahir bedenini su ile temizleyip, batın ve içerisini çirkin ve kötü ahlak ile
doldurmak, kalbini tahrip etmek hakikatte taharet sayılmaz.
Taharetin
mertebesi 3’tür;
-
Bedeni, abdest
ve gusül ile hades ve necasetten temizlemek.
-
Azalarını günah
ve kabahattan temizlemek.
-
Kalbini fikir
ve fesattan, ahlak-ı mezmûmeden, hubb-i dünya gibi nefzin rezilliğinden
temizlemek.
Abdest’te
2’dir;
-
Zahir Abdest;
belli organların yıkanmasıdır.
-
Bâtın abdest;
vücudun bâtınını temizlemektir.
Vücudun batını
ne demektir?
-
Aşk, muhabbet,
feyzi hakikat ve masivadan infisal ve fırkattır. Yani, gözü baş içinde yıkama.
Ehl-i tarikat buyurmuşlardır ki; “Evvel pâk ol, ondan sonra pâka nazar eyle.”
Maksudu hak ola.
-
Taharet ve
necaset çeşitliliğiyle beraber tabiatta görülmektedir. Tahareti ise iffet ve
şeriatla ameldir.
-
Nefsin necaseti
hevadır, tahareti ise hüdâ ve adâb-ı tarikattır.
-
Kalbin necaseti
kötü huy ve ahlak-ı mezmûmedir, tahareti ise Ahlak-ı hamidedir.
-
Rûhun necaseti
cehl’dir, tahareti ise ilm-i billah ve ma’rifetullahtır.
-
Sırrın necaseti
meyl-i sevdâdır, tahareti ise Hz. Ulyâ ve mevlâ’dır.
Hakkı görecek
göz lazımdır. Muhammed a.s.’ı bula ve bile, anlaya ve hakikat üzere nazar
eyleye.
Nazar 2’dir.
-
Nazarı halk
bilendir; Daima halka bakar, ehl-i kesret ve ehl-i dünyanın nazarıdır. Ehl-i
kesret ve ehl-i hicab olanlar mezâhirden gayri görmezler. Nazarları halkadır.
-
Nazarı hak
bilendir; Ehl-i hakikat ve vahdetin nazarıdır.
Zira ehl-i şuhûd ve ehl-i vahdet ve ehl-i keşf olanlar zâhirden gayri görmezler
. Nazarları hakka tealluk eder. Zira cemi’-i eşya, esmanın ve cümle müsemmanın
mezahiridir.
Şah Mahmud Gâzi,
Ebu’l-Hasam el-Harkânî’den Bayezid’den sual eyledi. Şeyh buyurdu ki; هو رجل من رأه إهتدى
Şah Mahmud
itiraz eder ve der ki;
Ebû cehil
peygamberimizi gördüğü halde niçin hidayet bulmadı? Şeyh buyurdu ki;
Ebû
cehil, fahri alemi görmedi, belki onu Ebû Talib’in yetimi, Muhammed b. Abdullah
olması nazarıyla nazar etti. Eğer Resûlullah olmak nazarıyla nazar etseydi,
inkara mecal kalmayacak, Ebû Bekir efendimiz gibi bâtınına vakıf olarak, tasdik
edecekti.
İşte bu
sırdandır ki; Genellikle bir kâmil zuhur etse, kimi ikrar kimi inkar eder.
4. Kırk hadis
çalışması ve tercümesi: bunlar
kitabın 10%’unu oluşturmaktadır. Müellif
Kitabın ek kısmına kırk hadisi arapça olarak eklemiş ve tercümesini kısaca
yapılmıştır. Hadisleri Câmiu’s-sağîr ve Müslim’den seçmiştir. Hadisler içerik
olarak tevbe, istiğfar, dünya hayatının önemsizliği, mal mülk sevgisinden
uzaklaşma gibi konulardır. Hadisler hakkında “Şerrehe azîzî” ifadesini
kullanmaktadır. Muhtemelen hocasından o hadisleri okumuştur.
5. Bazı
tavsiyeleri ve Beyitleri : Bunlar
kitabın %5’ ini oluşturmaktadır. Bazı konuların sonlarında nasihatlerde
bulunmaktadır. Kendilerinin şiir yönü de olduğu kendisine gelen mektuplara
yazdığı cevaplardan bilmekteyiz. Kitabın değişik konularında bu beyitlere yer
vermektedir. Nasihatlerden bazısı;
-
Cuma günleri ve
bazı cemiyetlerde hoca efendilerin ve hatiplerin ilmihale dair bir risale
okumalarını rica eder. Sadece çocuklarla yetinmemeliler, Cuma günleri namazdan
evvel Durr-i yektâ şerhi, İmam Birgivî’nin Vasiyetnâme şerhi, Kadızâde ve
Konevî kitaplardan edinmeli ve halka bunları anlatmalılar.
-
Her Müslümanın
akşam-sabah kusurları için tevbe etmeli ve tekrar günaha dönmemek üzere
azmetmelidir. Şu duayı okumalıdır. الستغفر الله العظيم
الذى لا اله الاهو الحى القيوم و اتوب اليه .
-
Hafta da bir tırnakların
kesilmesi, bıyığın kırpılması, edep yerlerinin tıraş edilmesi ve banyo
yapılması efdal olandır. Bunu yapamayan 15 günde bir yapsın. Onu da yapamaz ise
maksimum 40 günde bir yapsın.
-
Her
gün tecdîd-i imân müstehaptır. Hiç olmazsa haftada bir tecdîd-i nikah eylemek
evladır.
-
En azla kifayet
ile kanaat eylemek, ahirette fayda verecek şeye yönelmek evladır.
Beyitleri ise;
-
Hak sana verdi
bu denlü esbâb
-
Açasın ta
anınla hakka bâb
-
Cismini hizmete
kılıp hevn
-
Canını aşk
odunda eyle kebâb (sayfa, 46)
-
Katmayup harf
yanından asla
-
Hakkı var
bildiğin kadar söyle (sayfa, 47)
-
Kibirle kendini
şeytan etme
-
Ol adüvvün
gittiğin yola gitme
-
Dir görenler
bostanda seni
-
İş bu bedhuy
ile öğüp bitme (sayfa, 47)
6. Kaynakları ; Müellif
kitabının ilk sayfasında içindekiler kısmını zikrettikten sonra eserini
yazarken istifade ettiği kaynakların isimlerini yazmıştır. Bu kitaplar tamamen
Hanefi mezhebinin fıkıh ve fetva kitaplarıdır. Bunlar ise;
Kudûrî, Mültekâ, Mevkûfât, Fetevâ Ali Efendi, Behcet, Durr-i muhtâr
Abdi’r-rahîm, Durr-i yektâ şerhi’dir.
Ancak müellif bu zikrettiği kitaplarla yetinmemiş, bunlara ilaveten
pek çok kitaptan istifade etmiştir. Bunların isimlerini de zikrettiği konunun
hemen akabinde belirtmiştir. Tespitlerimize göre şunlardır;
Muhît,
Netîcetü’l-fetâvâ, Bezzâziyye, Şerh-i Hâdimî, Mecmai’l-fetâvâ, Aynu’l-meânî,
Bahru’l-ulûm, Muhammediye şerhi İsmail Hakkı, Dâmâd, Cevherî şerhi, Ğurer,
Şerhi Birgivî.
Hz. Sıbtu’l-Hüseyn,
eş-Şehîd, el-Hanefî mezheben, ve’n-Nakşibendî sülûken, ve’l-Hâlidî
icâzeten, Ahmed Hilmî b. Muhammed el-Ankaravî tevellüden, ve’l-İzmîdî
tevattunen, ve’d-devrekânî ikameten. (ve’l-İzmîdî vefâten)
1268-1332/1852-1916
______________________________
NOT: BU YAZI 08 OCAK 2012 PAZAR GÜNÜ, KOCAELİ BELEDİYESİ KÜLTÜR MERKEZİNDE KOCAELİ MANEVİ BÜYÜKLERİNİ YÂD EDİYOR ADLI PANELDE SUNULMUŞTUR.