17 Ekim 2012 Çarşamba

Ahmed Hilmî Ankaravî

AHMED HİLMÎ EFENDİ'NİN 
MUHİBBU'L-FIKH Lİ HIFZI'DDÎN 
ADLI ESERİNİN TANITIMI


Ahmed Hilmi Ankaravî 1325-1330 (1909-1914) yılları arasında beş sene Kastamonu ili Devrakânî beldesinde ömrünün son kısımlarını geçirmiştir. Sizlere sunacak olduğum “Muhibbu’l-fıkh li hıfzı’d-dîn” adlı eserini burada kaleme almış ve tamamlayarak 1328/1912 senesinde İstanbul’da Bâb ı meşihat tedkîki muellefât meclisinin tasdikiyle Mahmud bey matbaasında basılmıştır.

Böyle bir kitap niçin yazılmıştır?

Kitabın yazılış amacını müellif, kitabın üçüncü sayfasında yer alan, ifâde-i mahsûsa ve sebebi cem başlığı altında bir anekdotla şöyle anlatır.

Kastamonu’ya memur olarak görevlendirildiğimde sözü ve davranışları şeriata uygun, sünnete bağlı salihlerden ârifi billâh bir zâta misafir oldum. O zâtın ihvanlarından birisi hasta olmuş ve bir doktor getirmişlerdi. Doktor hastayı muayene ettikten sonra başından geçen bir olayı anlatır.

Bir hasta için köye gittiğimde köy ahalisinden bir ihtiyara, Peygamberinizin, kitabınızın ismi nedir? diye sormuş. Adam cevap verememiş. Sonra doktor adama demiş ki, Benim peygamberimin ismi İsa, kitabımın ismi de İncil’dir. Ben bunları biliyorum da ya sen niye bilmiyorsun?

Bu durum Ahmed Hilmi Efendinin gayretine dokunur. Artık vaazlarında insanlara ve hoca efendilere bundan bahseder, ancak bu yeterli gelmez, teskin bulamaz…

Aradan zaman geçer, Kastamonu/Devrekânî ilçesinde Tevfikiyye medresesinde tedris ile meşgul olmaya başlar. Bir gün kudûrî müzakere ederken ihlaslı, samimi birisi gelerek kendisinden, fetva ve fıkıh kitaplarından iman, elfâz-ı küfür, nikah, talak… gibi konularda birkaç mesele yazmasını ister. Bunun üzerine zaten içten içe böyle bir düşüncesi vardı ve insanların yaşantısından da gayet muztarip idi.  Böylece teklifi kabul eder ve bu risaleyi yazmaya başlar.

Müellif kitabını yazmaya başlamadan önce içinde bulunduğu toplumu halkıyla, talebesiyle ve hocalarıyla eserine yansıtır. Zira yazacak olduğu eser tamamen toplumun yaşantısından kaynaklanan eksiklikler, yanlışlıklar ve yapılması gerekenler üzerine kurgulanmış ve böylece tamamlanmıştır.

Toplumun dînî seviyesi ve âlimlerin durumu

Müellif halkın durumunu şu cümleleriyle net bir şekilde ortaya koymaktadır. Zira bu zamanda cehalet gâlip ve şâyi’ oldu. Din ilimleri garîb oldu. Cehalet ise küfre gözün karasıyla beyazı kadar yakın oldu.

Dünya malı ve makamı peşine düşüp toplamaya başladılar. Dünyanın geçici ziynetlerine aldanarak ahiretlerini unuttular. Yalancılık, gıybet, nemime, sövgü halk arasında alenen yapılmaya başlandı. Öyle ki ağızlarından çıkan kelimelerin imanlarını yok edeceklerinden, amellerini iptal edeceklerinden bi haberlerdi.

Çok adamlar var ki, hata mı değil mi, farkına varmaz ve bilmez. Sohbet esnasında adet edinmiş söyler, halbuki o kelam ya haddi kazfi gerektirir, yahut tağriri şer’i, veya küfür olmak hasebiyle nikahı gider de evladı veledi zina olur ve bütün bunların farkında bile olmaz.  Zannolunur ki, uykudadırlar.

Gıybet, yalan, iftira nemime… bunlar âded halini almış. Ahlak ve lisanlarını düzeltmek için bir gayretleri kalmamış, talebeler ve halk bu anlayışta sanki birleşmişler ve hubbu’d-dünya, hubbu alâyiş kalplere yerleşmiş, salahiyetleri Allah’a kalmış.

Ahâlinin fakir olduğunu, köylerin ufak ufak ayrı olduğunu ve senelik tutulan hocalarla çocukların tam olarak yetişemediğinden cahil kaldıklarını ve İslamiyet’i tam öğrenemediklerinden serzenişte bulunur.

Müellif ilim adamlarının, imamların ve hatiplerin durumunu da resmeder ve bir eleştiride bulunur. Şöyle ki;

العلماء ورثة الأنبياء ulemanın vârisliği, tebliği ahkamı şer’iyyedir, vazife verilir ve geçim de sağlanırsa çalışmalı, eğer geçim sağlanmasa sessizce bir kenara mı çekilmeli? Enbiyalar tebliğde bulunurken, وما أسألكم عليه من أجر... düsturuna göre hareket ettiklerini ve her türlü eza ve çileye katlanıp geri adım atmadıklarını, ulemanın ise dünya geçimini düşünmekten başka bir şey yapmadıklarını, böylece hâsiru’t-dünya ve’l-âhireti... olup gittiklerini vurgular. Yine علماء أمنة الأمة  âlimler ümmetin emanetçileridir. Yani alimler bu ümmetin dinlerini korumaları ve onlara dinlerini tebliğ etmekle sorumlu kişileridir ve insanlar da onları korumalı ve gözetmelidirler.


Müellif bir aydın duyarlılığıyla içinde bulunduğu toplumun problemlerini, hatalarını ve bilgi seviyelerini artırmak için bu kitabı, yani ilmihali yazmaya başlar. İlmihal demek ilm u halin, yani zamanın ilmi, içinde yaşanılan zamana ait bilgiler demektir. Zamanın temel sorunlarını kitabının ekler kısmında yer alan, bidatler kısmında maddeler halinde anlatmakta ve bunlardan sakınmalarını istemektedir. Bu o toplumun nasıl bir durumda olduğunu gayet açık bir şekilde ifade etmektedir.

“Ücretle Kuran okumak, namazdan sonra para toplamak için kuran okumak caiz değildir.” Ücretle kuran okutmak demek, o toplumda gerçek anlamda kuran okuyan kişi sayısının azlığına, bilgi eksikliğine işaret eder ve bundan sakınılmasını ister.

“Ölü için yemek vermek, kabirlere mum kandil yakmak, kabir üzerine bina yapmak”  bunlarla cenaze defin, kabristanlık adetlerinin durumlarının batıl olduğunu vurgulamakta ve halkın yaşantısındaki yerini göstermektedir.

“Üçten fazla kişiyle cemaatle nafile namaz kılmak, reğaib, beraat, kadir  namazı ve cemaatle tesbih namazı kılmak, ta’dili erkanı terkederek namaz kılmak, imamdan evvel ruku, secde yapmak, safları düz tutmamak, teğanni ile kuran okumak, hutbe okunurken salavat, amin demek…”  İbadetlerdeki bidatlere dikkat çekerek nafile namazların cemaatle kılınmasının caiz olmadığını özellikle vurgulamaktadır. Üç kişiden fazla sözüyle aslında zamanımıza da işaret etmekte ve alenileşmesinden endişe etmektedir. Zira nafile namazlar cemaatle kılınmaz. Bugün camilerde cemaatle bu namazlar kılınıyorsa bu endişenin haklılığını ortaya koymaktadır. Ta’dili erkana o kadar yer ayırır ki, adım adım bunu izah eder. Tekbiri nasıl alacağını, rukuya giderken tekbirin nerede bitireceğini…detaylı bir şekilde anlatır.

“Müsrif olana sadaka vermek, mescid içinde dilenciye para vermek, oyun ve eğlence için yemek yapmak, kuran hatmi, şöhret için riya için yemek davet yapmak; kadınların toplanarak cehren zikir ve tevhid etmeleri; mevtanın birinci, ikinci  gibi günlerinde ailesi tarafından yemek vermek mekruhtur; kabristanda yemek vermek…”  Şu zamanda görülüyor ki, bunların haram olmasında şek şüphe yoktur.

Toplumun yapısını ve bilgi seviyelerini belirttikten sonra bunlara lazım olan bilgileri, ilmihali (Bugün elimiz altında bulunan, evlerimizin kütüphanelerinde yer alan ilmihallerin aslında ilk şekli diyebiliriz) yazmaya başlar. Fıkıh ve fetva kitaplarında yer alan konuları gelişigüzel olarak değil, tamamen toplumun ihtiyacına ve onların anlayabileceği bir dille yazar. Okuma yazma bilen herkesin anlayabileceği sadelikte ve özet bilgilerle yazmıştır.

Kitabın içeriği hakkında bilgi

Kitap üç bölümden, 78 sayfadan oluşmaktadır.

Birinci bölüm (mukaddime); 15 sayfadan oluşur. Kitabın niçin yazıldığı, kitabın içindeki konular, toplumun genel olarak dini yaşantısı, ilim adamlarının yeterince donanımlı olmaması ve halkı irşatta tembellik etmeleri, güncel meselelerine fetva ve bazı hususların bilgilendirilmeye çalışılması, bazı kavramların (kelam, tevbe, ihtikar) açıklanması.

İkinci bölüm; 48 sayfadan oluşur. Toplumun cehalet seviyesi, Ehli sünnet itikadı, Küfre götüren sözler, otuz iki farz, nikah, boşanma, yemin, zirai ortaklık, kazf cezası, bazı tanımlamalar (mümin, münafık, şirk, ihsan, adalet, taharet, nazar, ameli salih) ve bunların ayet ve hadislerle izahı,

Üçüncü bölüm (ekler); 16 sayfadan oluşur. Fasid alış-veriş, Bidat, kırk hadis ve açıklaması, para ve faiz, Kadınlara ait özel durumlar.

Müellifin kitabında yer alan konuları şu ana başlıklar altında toplayabiliriz.

1- İman esasları ve küfre götüren lafızlar; bunlar kitabın 15%’ini oluşturmaktadır. Ehli sünnet akidesini kısa ve özet olarak anlattıktan sonra küfre götüren sözleri maddeler halinde sayfalarca örnekleme yapar. Tecdîd i imân ve nikâh üzerinde sık sık durur. Örneklemelerde de fetva kitaplarından yararlanır ve örneğin peşinden kitabın ismini zikreder.
-          Şarap içmeğe, zina etmeğe ya da harami kat’î yemeğe bismillah ile başlarsa kafir olur. Netîcetü’l-fetâvâ
-          Allah beni noksan eyledi, ben de onun hakını noksan edeyim de namaz kılmayayım dese; namazın edası da terki de aynıdır dese; namazını kıl da tadını bulasın dense, O’da sen kılma ki namazın terkinin tadını bulasın dese küfürdür. Yine namazı hafife almak, namaz karın doyurmaz… v.b. sözler söylese küfür olur.
-          Sebepsiz yere bir âlime buğzetse küfründen korkulur. Zira âlime buğz şeriata buğz demektir. Bıyığını kesen fakihe ne çirkin oldun dense küfür olur. Yine fakihe fetva sorup, cevabıyla dalga geçseler şeriatı hafife aldıkları için kafir olurlar
-          Birisi hocaları takliden maskaralık olsun diye eline değnek alıp, çocuklara vursa küfür olur. Muhît
-          Bir kimse diğeriyle çekişip, kızgınlık halinde dinine, imanına, mezhebine sövse, ya da bire kâfir, Yahudi dese o kişiye tazir-i şedid gerekir. Tecdid-i iman ve nikâh lazımdır.
-          İki kişi arasında bir şeri mesele ortaya çıksa ve biri ben bunu şeri şerife göre çözdüreceğim dese; diğeri de ben şer’i bilmem, dese; o kişiye ne lazım gelir? Tecdid-i îman ve nikâh.
-          Biri kürsüde vaazda rakının bir katresinden bir şey olmaz, helaldir dese; ne lazım gelir? Tecdid-i îman ve nikah. Bezzâziyye

2. Fıkıh ve Güncel Meseleler (İlmihal); bunlar kitabın 50%’ sini oluşturmaktadır. Müellif fıkhı meseleleri ele alırken, öncelikle toplumun yaşadığı sorunları, hayatın içindeki meseleleri öncelemektedir. Meseleyi ele alırken önce bir cümle ile hükmünü vererek konuya giriş yapar (haramdır, mekruhtur, caiz değildir). Eğer tanımı yapılacak kelime varsa tanımlar ve gerekçesini belirtir, yoksa konu ile ilgili ayet ve hadisleri zikreder. Mezhep içi farklı görüş varsa bunları belirtir ve fetva olan görüşü belirtir. Konu ile ilgili örnekleme yapar ve istisna durumu varsa onu da belirtir. Fetva konularında kaynaklarını belirtir.
Yazı dili olarak halkın gündelik hayatında kullandığı kavramları yansıtır, sade ve anlaşılır bir dil, Fıkhî kavramları ise olduğu gibi kullanır. Konuları kısa ve öz bilgi vererek detayına girmeden anlatır. Örneğin;
-          İnsan ve hayvan me’kûlatlarında (yiyeceklerinde),  ihtikâr mekruh olur. İhtikâr, kıtlık zamanlarında gıda malzemelerinin hapsedilmesidir. Bu ise şehirde yaşayanlara zarar vermektedir. İhtikar on şeyde olur der ve bunları sıralar. Daha sonra konuyla ilgili hadisleri zikreder. “Muhtekir peygamberleri katledenlerle beraber haşr olunur” İmam Muhammed ve Ebû Hanife’nin gıdalara tahsis ettiği ihtikarı, Ebû Yusuf kamuya zararlı olan her şeyi ihtikar kapsamına alarak mekruhtur görüşündedirler. İhtikarın olabilmesi için 40 gün malın hapsedilmesi ve satışının yapılmaması gerekmektedir. Daha sonra ilgili hadisleri sıralar.

-          Düğün yemeğine (velime) katılmak sünnettir. Bir kimse velime’ye davet edilir de katılmazsa günahkâr olur. Velime yemeğinden bir başkasına ya da dilenciye velime sahibinin izni olmadan veremez. Velime meclisinde lehv olduğunu bilirse katılmasın.  

-          Kıraat mahallinde, cenaze yanında, harpte, sohbet ortamında yüksek sesle konuşmak mekruhtur. İmâm-ı Azam kabirde kur’an okumayı kerih görmüştür. İmam Muhammed ise tecviz eylemiştir ve fetva da buna göredir. Zira kabir üzerine ayete’l-kürsî, ihlas ve fâtiha okuma hakında âsâr varid olmuştur.

-          Hayvanı enemek, hımarı kısrak üzerine çekmek, tedavi maksadıyla erkek ve kadına hukne (iğne yapmak) caizdir.

-          Nerd, satranç ve erbaa aşere oynamak haramdır. Bu haliyle tüm lehvler de haramdır. Erbaa aşere Yahudilerin oynadığı bir oyundur. Eğer bunu kumar niyetiyle oynarsa nass ile haramdır. Yok eğer kumar maksadıyla değil ise o zaman abes olur. Abesle meşgul olmak ta haramdır. “Efe hasiptüm enne ma halaknaküm..”

-          Raulullah için, ciharyar ruhi için, Bilal-i Habeşî ruhi için, sahibi makam ruhi için…. Allah rızası için fatiha demek böyle dua etmek var mıdır?

Allah’u alem yoktur böyle bir dua. Müezzin veya dua eden kişi cem-i mü’minlerin ruhi için rızaen lillah fatiha demek caiz değil, insanların çoğu buna alışmışlardır. Bir takım ervah sayar, sonunda da lillahi’l-fatiha der. Halbuki haramdır. Meşru değildir. Ya ne demelidir?

Yalnız Allah rızası için demeli, başkalarını katmamalıdır. Ya da ervahı söyleyip onlar için fatiha demelidir. (Mecmai’l-fatâvâ)

-          Türbelere nezr edilen kurban da böyledir. Kurban Allah için olmalıdır. Sevabını murat ettiği evliyanın ruhuna bağışlayabilir, kurbanın etini de fukaraya tasadduk etmelidir. Böylece caiz olmuş olur. Eğer maksadı o zatın türbesinde ya da medresesinde bulunanları yedirmek ise mahalline götürür. Nezr kurbanında usul ve füru’ yani nafakası üzerine olanlar yiyemezler. Eğer yerlerse ücretini fakirlere verirler, böylece satın almış olurlar. Kendi ve ailesi o etten para miktarınca yiyebilir.

3. Bazı kelimelerin tefsiri; bunlar kitabın 15%’ini oluşturmaktadır. Müellif kelimeleri seçerken toplumun bilinçlenmesine katkı sağlayacak kelimeleri ayet ve hadislerden seçerek, tefsirini fıkıh ve tasavvufla birleştirerek izah eder. Bu kelimeler genel olarak mü’min, münafık, şirk, ihsan, adalet, taharet, nazar, tevbe, ameli salih… örneğin;
-          Taharet; biri cismin diğeri de nefsindir. Yani dünya kiri ve necasetiyle, ahlak-ı mezmûmeden temizlenmektir. Tayyib ve tahir olan insan; cahillerin ve fasıkların meclisinde bulunmayan, çirkin ve kötü işlerden uzak duran, güzel işlerle, ilim ve iman ile kendini süsleyendir.
-          İnsan yalnız zahir bedenini su ile temizleyip, batın ve içerisini çirkin ve kötü ahlak ile doldurmak, kalbini tahrip etmek hakikatte taharet sayılmaz.
Taharetin mertebesi 3’tür;
-          Bedeni, abdest ve gusül ile hades ve necasetten temizlemek.
-          Azalarını günah ve kabahattan temizlemek.
-          Kalbini fikir ve fesattan, ahlak-ı mezmûmeden, hubb-i dünya gibi nefzin rezilliğinden temizlemek.
Abdest’te 2’dir;
-          Zahir Abdest; belli organların yıkanmasıdır.
-          Bâtın abdest; vücudun bâtınını temizlemektir.
Vücudun batını ne demektir?
-          Aşk, muhabbet, feyzi hakikat ve masivadan infisal ve fırkattır. Yani, gözü baş içinde yıkama. Ehl-i tarikat buyurmuşlardır ki; “Evvel pâk ol, ondan sonra pâka nazar eyle.” Maksudu hak ola.
-          Taharet ve necaset çeşitliliğiyle beraber tabiatta görülmektedir. Tahareti ise iffet ve şeriatla ameldir.
-          Nefsin necaseti hevadır, tahareti ise hüdâ ve adâb-ı tarikattır.
-          Kalbin necaseti kötü huy ve ahlak-ı mezmûmedir, tahareti ise Ahlak-ı hamidedir.
-          Rûhun necaseti cehl’dir, tahareti ise ilm-i billah ve ma’rifetullahtır.
-          Sırrın necaseti meyl-i sevdâdır, tahareti ise Hz. Ulyâ ve mevlâ’dır.

Hakkı görecek göz lazımdır. Muhammed a.s.’ı bula ve bile, anlaya ve hakikat üzere nazar eyleye.
Nazar 2’dir.
-          Nazarı halk bilendir; Daima halka bakar, ehl-i kesret ve ehl-i dünyanın nazarıdır. Ehl-i kesret ve ehl-i hicab olanlar mezâhirden gayri görmezler. Nazarları halkadır.
-          Nazarı hak bilendir; Ehl-i hakikat ve vahdetin nazarıdır.  Zira ehl-i şuhûd ve ehl-i vahdet ve ehl-i keşf olanlar zâhirden gayri görmezler . Nazarları hakka tealluk eder. Zira cemi’-i eşya, esmanın ve cümle müsemmanın mezahiridir.
Şah Mahmud Gâzi, Ebu’l-Hasam el-Harkânî’den Bayezid’den sual eyledi. Şeyh buyurdu ki; هو رجل من رأه إهتدى            
 Şah Mahmud itiraz eder ve der ki;
Ebû cehil peygamberimizi gördüğü halde niçin hidayet bulmadı? Şeyh buyurdu ki;
Ebû cehil, fahri alemi görmedi, belki onu Ebû Talib’in yetimi, Muhammed b. Abdullah olması nazarıyla nazar etti. Eğer Resûlullah olmak nazarıyla nazar etseydi, inkara mecal kalmayacak, Ebû Bekir efendimiz gibi bâtınına vakıf olarak, tasdik edecekti.
İşte bu sırdandır ki; Genellikle bir kâmil zuhur etse, kimi ikrar kimi inkar eder.

4. Kırk hadis çalışması ve tercümesi: bunlar kitabın 10%’unu oluşturmaktadır. Müellif Kitabın ek kısmına kırk hadisi arapça olarak eklemiş ve tercümesini kısaca yapılmıştır. Hadisleri Câmiu’s-sağîr ve Müslim’den seçmiştir. Hadisler içerik olarak tevbe, istiğfar, dünya hayatının önemsizliği, mal mülk sevgisinden uzaklaşma gibi konulardır. Hadisler hakkında “Şerrehe azîzî” ifadesini kullanmaktadır. Muhtemelen hocasından o hadisleri okumuştur.

5. Bazı tavsiyeleri ve Beyitleri : Bunlar kitabın %5’ ini oluşturmaktadır. Bazı konuların sonlarında nasihatlerde bulunmaktadır. Kendilerinin şiir yönü de olduğu kendisine gelen mektuplara yazdığı cevaplardan bilmekteyiz. Kitabın değişik konularında bu beyitlere yer vermektedir. Nasihatlerden bazısı;
-          Cuma günleri ve bazı cemiyetlerde hoca efendilerin ve hatiplerin ilmihale dair bir risale okumalarını rica eder. Sadece çocuklarla yetinmemeliler, Cuma günleri namazdan evvel Durr-i yektâ şerhi, İmam Birgivî’nin Vasiyetnâme şerhi, Kadızâde ve Konevî kitaplardan edinmeli ve halka bunları anlatmalılar.

-          Her Müslümanın akşam-sabah kusurları için tevbe etmeli ve tekrar günaha dönmemek üzere azmetmelidir. Şu duayı okumalıdır. الستغفر الله العظيم الذى لا اله الاهو الحى القيوم و اتوب اليه .

-          Hafta da bir tırnakların kesilmesi, bıyığın kırpılması, edep yerlerinin tıraş edilmesi ve banyo yapılması efdal olandır. Bunu yapamayan 15 günde bir yapsın. Onu da yapamaz ise maksimum 40 günde bir yapsın.

-          Her gün tecdîd-i imân müstehaptır. Hiç olmazsa haftada bir tecdîd-i nikah eylemek evladır.

-          En azla kifayet ile kanaat eylemek, ahirette fayda verecek şeye yönelmek evladır.

Beyitleri ise;
-          Hak sana verdi bu denlü esbâb
-          Açasın ta anınla hakka bâb
-          Cismini hizmete kılıp hevn
-          Canını aşk odunda eyle kebâb  (sayfa, 46)

-          Katmayup harf yanından asla
-          Hakkı var bildiğin kadar söyle (sayfa, 47)

-          Kibirle kendini şeytan etme
-          Ol adüvvün gittiğin yola gitme
-          Dir görenler bostanda seni
-          İş bu bedhuy ile öğüp bitme (sayfa, 47)

6. Kaynakları ; Müellif kitabının ilk sayfasında içindekiler kısmını zikrettikten sonra eserini yazarken istifade ettiği kaynakların isimlerini yazmıştır. Bu kitaplar tamamen Hanefi mezhebinin fıkıh ve fetva kitaplarıdır. Bunlar ise;
Kudûrî, Mültekâ, Mevkûfât, Fetevâ Ali Efendi, Behcet, Durr-i muhtâr Abdi’r-rahîm, Durr-i yektâ şerhi’dir.

Ancak müellif bu zikrettiği kitaplarla yetinmemiş, bunlara ilaveten pek çok kitaptan istifade etmiştir. Bunların isimlerini de zikrettiği konunun hemen akabinde belirtmiştir. Tespitlerimize göre şunlardır;

Muhît, Netîcetü’l-fetâvâ, Bezzâziyye, Şerh-i Hâdimî, Mecmai’l-fetâvâ, Aynu’l-meânî, Bahru’l-ulûm, Muhammediye şerhi İsmail Hakkı, Dâmâd, Cevherî şerhi, Ğurer, Şerhi Birgivî.
Hz. Sıbtu’l-Hüseyn,  eş-Şehîd, el-Hanefî mezheben, ve’n-Nakşibendî sülûken, ve’l-Hâlidî icâzeten, Ahmed Hilmî b. Muhammed el-Ankaravî tevellüden, ve’l-İzmîdî tevattunen, ve’d-devrekânî ikameten. (ve’l-İzmîdî vefâten)
1268-1332/1852-1916

______________________________
NOT: BU YAZI 08 OCAK 2012 PAZAR GÜNÜ, KOCAELİ BELEDİYESİ KÜLTÜR MERKEZİNDE KOCAELİ MANEVİ BÜYÜKLERİNİ YÂD EDİYOR ADLI PANELDE SUNULMUŞTUR.









Açıkbaş Ömer Efendi



ÖMER ŞEVKİ ALTUNİÇ (KARAKULLUKÇU) 1295/1880-1950


Ailesi ve Doğumu
Nakşibendî şeyhlerinden Açıkbaş Ömer Efendi namıyla meşhur, Ömer Şevki Altuniç (Karakullukçu) 1295/1880 senesinde 2 Artvin’in 10 km. doğusunda yer alan eski adı Tolgum olan Salkım’lı köyünde Mustafa Efendi ve Hava Hanım’ın çocukları olarak dünyaya gelmiştir.

Mustafa Efendi’nin Osman, Ömer ve Ahmed adında oğulları, Asiye ve Hatice adında kızları dünyaya gelmiştir. Ahmed çocukların en küçüğüdür ve Samsun’da dünyaya gelmiştir. Mustafa Efendi köyde geçimini tarımcılıkla sağlardı.

Hicreti
Ailesi, 1878-79 Osmanlı-Rus harbinde 5, Rusların Artvin’i işgal etmesinden sonra Anadolu’ya hicret ederek Samsun’a, 6 yerleşir. Samsun’da geçimlerini sebze yetiştirerek sağlarlardı.

Ömer Şevki Efendi, İlköğrenimini tamamladıktan sonra liseyi Canik idadisinde okumuştur. 1312/1897 senesinde (17 yaşında iken) Canik Mektebi 7 İdadiye Mülkiyesi diplomasını (şahadetnamesini), Pekiyi (aliyyü’l-a’lâ) dereceyle almıştır. 8 1322/1907 de ise (27 yaşında iken) idadi diplomasını (şahadetnamesini) zayi sebebiyle tekrar çıkartmıştır.

Öğretmenliği

Ömer Şevki Efendi 1988-1908 yılları arasında İdadide Fransızca ve Edebiyat öğretmenliği yapmıştır 10. 10 yıllık bu sure içerisinde kaç sene öğretmenlik yaptığını kesin olarak bilememekteyiz. Ancak beş-yedi sene kadar yaptığı tahmin edilmektedir. Fransızcasının çok ileri olması sebebiyle Fransız, konsolos ve papazlarla görüşerek onlara Türkçe öğretirken, kendi Fransızcasını da geliştirmeye devam etmiştir. Hatta şehirde zengin aileler çocuklarına özel Fransızca dersleri aldırırmış.

Ömer Şevki Efendinin tayini, sebebini bilmediğimiz bir nedenden ötürü Trabzon idadisine yapılır, ancak o buna kızarak Trabzon’a gitmez ve öğretmenlik mesleğinden istifa eder. Artık bundan sonra sebze komisyonculuğu yapan kardeşi Ahmed Efendi’nin yanında ortak olarak ticarete başlar. Daha sonra Maarif Nezareti hatasını anlayınca tekrar Samsun’da göreve başlayabileceğini söylemesine rağmen, O kabul etmez.

Ticari Hayatı

Ömer Efendi, kardeşiyle birlikte sebze komisyonculuğu işini büyüterek, araziler satın alarak yarıcılarla (ortakçılar) çalışmaya başlamışlardır. Sebzeciliğin borsasını fiili olarak uygulamışlardır. Onlar fiyat belirlemeden esnaflar fiyat vermezlermiş. Esnaflar, ‘Pazarcıbaşı hele bir fiyatları açıklasın’ derlermiş. Civar köylerden sebzelerini getirip bırakanları gündüzün satarlar akşama da paralarını teslim ederlermiş. Belli bir zaman sonra Samsun’da Kasaplar caddesinin bir ticari merkez haline gelmesini sağlamışlardır. Ömer Efendi kendi bahçelerinden sebzeleri alıp dükkâna kadar götürür ve bundan da hiç yüksünmezmiş. İşçilik yapan yakınlarına, ortakçılarına parası olanlara ‘şuralardan arsalar alın, ileride buralar çok değerlenecektir’ dermiş.

Evliliği ve Aile Hayatı

İlk evliliğini Ali Efendi ve Aliye Hanım’ın çocukları olan 1308/1893 doğumlu Fatma hanımla 1325/1909 yılında gerçekleştirir. Bu evlilikten önce bir kız çocuğu dünyaya gelir ve fazla yaşamaz, bu sebeple nüfusa kaydetmezler. Sonra ikinci çocukları Mahmut Şevki Altuniç 1328/1912 dünyaya gelir. Mahmut Şevki 7 aylık iken 1329/1913’ta annesini kaybeder.

İkinci evliliğini 11 Samsun müftüsü Hasan Efendi’nin kızı 1303/1888 doğumlu Hava hanımla gerçekleştirir 12. Bu evliliğinden sırasıyla Neziha Hanım 1335/1919; Zehra Hanım 1336/1920, Abdullah Efendi (Doktor) 1340/1924, Mustafa Fevzi 192613, Emine 1929 dünyaya gelmiştir. Böylece Ömer Efendi’nin üç oğlu ve dört kızı olmuştur.

Ömer Efendi ev halkına karşı çok müşfik idi, çocuklarının eğitimleriyle yakından ilgilenir, gerektiğinde derslerine de yardımcı olurlardı. Özellikle kız çocukların okutulması yönünde çevresindekilere hep telkinde bulunur ve teşvik ederdi. Bu sebeple kız çocuklarını en az lise mezunu, erkek çocuklarını da üniversite mezunu yapmıştır. Akşamları evde çocuklarıyla oturur tatlı tatlı sohbet eder sonrasında da odasına çekilirdi. Yemeğe düşkün değildi ve sofrada yenmeyen ekmek ve yemeklere “bereketli” ekmek, yemek diyerek yerdi. Günlük siyasi gelişmeleri gazetelerden takip ederdi. Geceleri sabahlara kadar ibadet ve zikirle meşgul olur, yatağında yatmazdı. Bir keçesi vardı, onun üzerinde ibadet eder, belki de üzerinde uyurdu. Yatsı namazlarını ve teravihleri evinde bacanağı olan Hafız Mahmud Danışman’ın imametiyle kılarlardı.

Tasavufî Hayatı
Tasavvufî hayatı Hacı ferşat efendi ile tanışmasından sonra başlamıştır.14  1921-25 yılları arasında İstanbul’da,  Gümüşhânevî dergâhının dördüncü halifesi, postnişini olan Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efendi’nin yanında iki defa halvet yaparak sulûkunu tamamlamıştır.

Hilafet sonrası Samsun’da irşad görevlerine başlayan Ömer Efendi’ye, Samsun ve ilçelerinden, Karadeniz nahiyesinden pek çok müridi ziyaretlerine gelir; onların manevi gelişimine katkıda bulunurlardı. Tekkeler kapatıldığı için müridlerinin manevi eğitimlerini evinde yaptığı haftalık sohbetlerle; Hatme Haceganı ise Fener’deki bağ evi ile bazı talebelerinin evinde yaparak müridlerinin yetişmesini sağlardı.

Kendileri şeyh olduğu için göz önündeydi. Bu sebeple takip edilir, gözetlenirdi. Hatta şehir dışına çıkması yasaklanmıştı. Bir defasında Hopa’ya kızının yanına gitmek istediğinde çok zor şartlarda kısıtlı olarak izin verilmiştir.

Pek çok talebe yetiştiren Ömer Efendi’nin meşhur talebeleri arasında, Halim hoca, Cemil Hoca, özellikle de Sulucalı Ali Efendi ile Mustafa Bağışlayıcı’yı sayabiliriz. Şehir dışından gelen misafirlerin Ömer Efendi ile bağlantı kurmasını Mustafa Bağışlayıcı sağlar, onları ağırlar ve Ömer Efendi ile tanışmasını sağlarmış.

Ömer Efendi insanlara nasihat eder, tatlı tatlı konuşurdu. Kendisi istişare edilen, tavsiyeleri dinlenen bir kişiydi. Hiç kızmaz sinirlenmez, işleri itidalle yoluna koyardı. Esnaflar arasında problem çıktığında, O çözermiş. Her haliyle insanlara örnek kişi idi. Şapka kanunu çıkınca protesto mahiyetinde, şapka takmamak için sürekli başını tıraş eder yaz-kış başı açık gezermiş. Yazları çok sıcak olduğu zaman hararetini kesmek için çaya karabiber dökerek içermiş. ‘Dışarısı sıcak içerisini de ısıtalım ki dengeyi bulsun’ dermiş. Aynı şekilde kışın da dışarıda kar olduğunda başını biraz karla sıvazlayarak, ‘dışarısı soğuk içerisini de soğutalım da dengeyi bulsun’ dermiş. 

Kendisinden sonra bu manevi vazifeyi, Amasya’nın Suluova’sında imamlık yapan, Ferşat Efendi’nin de Şeyhi olan Kondulu Yusuf Şevki Yücel’in mahdumu olan Suluca’lı Ali Efendi namıyla bilinen Ali Galip Yücel’e teslim eder.

Vefatı

Ömer Şevki Efendi 25 Mart 1950 senesinde, Cumartesi günü sabah saat 07:10’ da dâru bekâya irtihal eylemiştir. Cenazesi Pazar günü unkapanı’ndaki evinden alınarak öğle namazına müteakip büyük camide cenaze namazı kılındıktan sonra Seyyid Kutbuddin kabristanlığına defnedilmiştir.

Ömer Şevki Efendi’nin cenazesi yurdun dört bir tarafından, özellikle de Karadeniz’den gelenlerle dolup taşmıştır. Öyle bir kalabalık cenaze Samsun’da görülmemiştir. Arapça ezanın yasak olduğu bir dönemde, cemaat cenazeyi evinden mezarlığa kadar yüksek seslerle tekbir getirerek götürmüşlerdir. Hiçbir yetkili de buna ses çıkarmamıştır.

Cenazeye gelenler birbirlerine rüyalarında Ömer Efendi’nin vefat haberini görerek cenazeye geldiklerini anlatmışlardır.

*  *  *
Ömer Efendi’nin hayatını özetleyen kendi dilinden dökülen mısralar*

Başta devlet, dilde himmet, elde fırsat var iken,
Tut elinden düşmüşlerin, sana saadet yâr iken,
Kimseye baki değildir, mülk-ü devlet sim-ü zer,
Bir harap olmuş gönlü tamir etmektir hüner!”




NOT: BU YAZI 14 EKİM 2012 PAZAR GÜNÜ, SAMSUN/CANİK BELEDİYESİ KÜLTÜR MERKEZİNDE SAMSUN MANEVİ BÜYÜKLERİNİ YÂD EDİYOR ADLI PANELDE SUNULMUŞTUR.







_____________________

1 
Karakullukçu ailenin künyesi/ünvanıdır ve 1934 soyadı kanunu çıkıncaya kadar da aile bunu resmi olarak kullanmıştır (54 yıl). Şehâdetnâme ve hüviyetlerinde Karakullukçu şeklinde geçmektedir. Ancak Of’lu bir ailenin bu ismi soyad olarak almasıyla, Ömer Şevki Efendi’de Altuniç (içi altın gibi saf, kir pas tutmayan, içi saf olan kişi anlamına gelen bu) soyadını uygun bulmuştur.

2 
1295, Rûmî takvime göredir. Buna göre Ömer Efendi’nin doğumu miladiye göre 1880’e tekabül etmektedir. 1295’in Rûmî mi, Hicrî mi olduğuna dair bir işaret olmadığına göre, 7 Kanunusani 1329 ( 20 Ocak 1914) tarihli Doğum Tarihleri Hakkındaki Şûrayı Devlet Kararı’na göre, bunun Rumî sayılması gerekir. Osmanlı Devleti’nde 1840 tarihinden itibaren Hicri(Kameri) ve Mali (Rumi) takvim birlikte kullanılmaya başlamış, bu takvimlerle ilgili 28 Şubat 1917 ve 1 Ocak 1918 tarihlerinde ay ve gün kaydırılmak suretiyle yeni düzenlemeler yapılmıştı.


Deriner Barajı ise Artvin’in eteklerinde başlıyor ve birçok köyü etkiliyor. Bu barajdan sonra da 7 köy su altında kalacak. Sadece inşaat halindeki barajlar, Salkımlı (Tolgun) köyünden geriye sadece birkaç ev bırakmıştır.


Yeğeni Fikret Altuniç Bey’in anlatımıyla, balları küplere koyan Mustafa Efendi ihtiyaç için balları aldıkça bereketleniyor ve bitme bilmiyor. Şaşkınlık içerisinde olayı hanımına anlattıktan sonra artık balın tükendiğini anlatır.

5 
Halk arasında 93 harbi diye bilinen, 1878-79 Osmanlı-Rus savaşı.


Yeğeni Fikret Bey, Babası Ahmed Efendi’nin ana rahminde Samsun’a geldiğini bahseder. Babası Ahmed Efendi’nin doğumu ise 1301 (1886)’dır. Burada üç durum söz konusudur; ya 1301 tarihi yanlıştır, ya da Trabzon, Giresun, Ordu taraflarında birkaç sene kalmışlardır. Ya da bu durumların olmaması halidir ki o zaman Ömer Efendi 5-6 yaşlarında iken Samsun’a gelmiştir. Şimdiki Hançerli Mahallesi Ilıca Sokak’a yerleşmişlerdir. Orada 4 dönümlük bir bahçe satın alıp sebze yetiştirerek geçimlerini sağlamaya başlamışlardır.


XIX. Yüzyılın sonlarında Osmanlı’da eğitim alanında bir takım düzenlemeler yapılmış, ana hatlarıyla 1869’da Maarifi Umumiye Nizamnamesi ile yenilikler getirilmiştir. Okul çeşitleri ise;
a.
Umumi Okullar; Sıbyan Mektepleri, Ruşdiyeler, İdadiler, Sultaniler, Dâru’l-Muallimi, Dâru’l-Muallimât, Dâru’l-Funûn.
b. Hususi okullar; Müslim, gayri müslim ve ecnebilerin açtıkları okullar.
*Her köyde ve Mahallede bir Sıbyan mektebi; 500 haneli yerlerde Ruşdiye; 1000 haneli yerlerde İdadi; Vilayet merkezlerinde Sultanî; İstanbul’da merkezde kız ve erkek muallim mektepleri ve uygun yerlerde kız Ruştiyeleri.


Trabzon Vilayetinin idari yapısı;
1863’te yapılan düzenlemelerle, Trabzon vilayeti (Merkez Trabzon sancağı, Canik Sancağı, Lazistan Sancağı ve Gümüşhane Sancağı) dört sancakla yönetilmeye başlanmıştır. Canik sancağı; Canik (Samsun merkez), Bafra, Çarşamba, Terme ve Ünye’den oluşmaktadır. Her ne kadar yaygın ifade olarak Ömer Efendi’nin Trabzon’da İdâdi’yi okuduğu söylenmiş olsa da (Yusuf şevki Efendi ile irtibatlandırmak için), bu bilgi yanlıştır. Çünkü mezuniyet diplomasında Canik yazmaktadır. O tarihlerde Maarif Nezareti’nin idari yönetimi Trabzon valiliği ve Canik Sancağı şeklinde idi; Canik Sancağında da Sıbyan okulları, Rüşdiye ve İdadiler vardı. Daha sonra Trabzon Valiliği’ne bağlı Canik Sancağının merkezi olan Samsun kazasında 1898’de kız çocukları için İnâs Mektebi açılmıştır.


Osmanlı’da eğitim Devre i İbtidâiyye 2 yıl olup, 7 ve 8 yaş gurubudur; Devre i Vasatıyye 2 yıl olup, 9 ve 10 yaş gurubudur; Devre i Âliye 2 yıl olup, 11 ve 12 yaş gurubudur. Sonrasında İdâdiye’ye başladığını varsayarsak 5 yıl olan idâdî’nin ilk 3 yılı Rüştiye son 2 yılı ise idâdi’dir. Sonuç olarak toplarsak 12 + 5 = 17 yaş eder. Zaten Ömer Efendi’nin de idadi şahadetnamesinde “sinnî=yaşı” kısmında 17 yazmaktadır.

10
Bu göreve ne zaman başladığı ve ne zaman istifa ettiği bilinememektedir. Ancak 1898-1911 tarihleri arasında yapmıştır.

11
İkinci evliliği 1329-1334/1913-1918 tarihleri arasında olmuştur. 

12
Kayınpederinin vefatıyla ondan miras kalan 3 katlı evine taşınır ve müftünün küçük kızı da onlarla bitlikte yaşar. Müftünün küçük kızı olan Samire muhtemel 1907 doğumludur. Zira Ömer Efendi’nin küçük kızı Emine Hanım’ın açıklamasıyla, müftü efendi vefat ettiğinde Samire Hanım 11 yaşında imiş. Müftü efendi de muhtemelen 1919 ocak ayında vefat etmiştir. Kaynaklara göre 30 ocak 1919’da Yusuf Bahri Uğurlu Samsun müftülüğüne vekaleten atanmış ve 13 sene vekalet etmiştir. Sonrasında ise asalet gelmiş ve 1938 de vefat etmiştir.

13
Tekirdağlı Mustafa Fevzi Efendi’nin vefatından 2 ay sonra oğlu dünyaya gelmiş ve şeyhinin ismini oğluna vermiştir.

14
Hacı Ferşat efendi ile ne zaman tanıştığını tam olarak bilemiyoruz. Ancak, Hacı Ferşat Efendi’nin Samsun’da öğretmenlik yaptığı söylenmektedir. Muhtemelen aynı dönemlerde birlikte öğretmenlik yapmış olabilirler. Şurası kesin ki öğretmenlik yaptığı yıllarda bu gerçekleşmiştir. Tanıyan bir kişi nin anlatımıyla, papyon kravat takar ve çok şık giyinen Ömer Efendi Kasaplar caddesinde yürürken Ferşat efendinin nazarıyla aralarında ülfet başlar ve tasavvufa intisabı böylece gerçekleşir. Bu da tarih olarak 1898-1908 yılları arasında gerçekleşmiştir. Sonrasında ise İstanbul’da Mustafa Feyzi Efendi hilafeti zamanında 2 halvete (1921-1925) katılmıştır.


15
Ali Galip Yücel, 1916-17 yıllarında, muhacirlik zamanında Trabzon’dan Tekkeköy’e kardeşleriyle gelerek yerleşmişlerdir. Samsun’da Ömer Efendi ile tanışır ve onun talebesi olur. Manevi eğitimini onun yanında tamamlar. Büyük Samsun depremi sonrası Ömer Efendi 1943 senesinde Amasya’nın Suluova şehrine imam olarak gönderir.

* Bu metin Cemil amca tarafından, M. Zahid Kotku hocaefendi tarafından baskıya hazırlanan Tezkiretü'l-Evliyâ adlı eserin son kısmına EK olarak ilave edilmiştir.